Küçük Sırlar Fan
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Öfkeli ve Kırılgan

Aşağa gitmek

Öfkeli ve Kırılgan Empty Öfkeli ve Kırılgan

Mesaj tarafından lord35 Çarş. 01 Eyl. 2010, 01:28

Necdet Şen, 1984 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde çizmeye başladığında
genç, ümit veren bir çizer olarak görülüyordu. Gazetenin Genel Yayın
Yönetmeni olan Oktay Gönensin’in çizgi roman meraklısı olması, İsmail
Gülgeç, Behiç Ak, Kemal Gökhan Gürses, Piyale Madra gibi çizerlerin
bant çalışmalarından oluşan bir sayfa hazırlanmasını sağlamıştı.



Necdet
Şen, 1984 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde çizmeye başladığında genç,
ümit veren bir çizer olarak görülüyordu. Gazetenin Genel Yayın
Yönetmeni olan Oktay Gönensin’in çizgi roman meraklısı olması, İsmail
Gülgeç, Behiç Ak, Kemal Gökhan Gürses, Piyale Madra gibi çizerlerin
bant çalışmalarından oluşan bir sayfa hazırlanmasını sağlamıştı. Şen,
aynı ekip içerisinde Hızlı Gazeteci adlı mizah ağırlıklı bir bant
çizmeye başladı. Dizinin kahramanı, başlangıçta Yeşilçam’dan devşirilen
“Şaban” imgesini taşıyan, saf-temiz kalpli ve oldukça beceriksiz bir
gazeteciydi. Hikayeler, Gırgır-Fırt ekolünden, Suavi Sualp-Kandemir
Konduk mizahından izler taşıyor, “hiciv” yapılmaya çalışılıyordu.
Çizgiler, öykülerin genel biçimine uygun olarak karikatürizeydi.
1984-1988 arası öyküler sonraki döneme aktarılan kimi özellikler
taşıyor olsa da “komik olma” derdindeydi. 3.Tekil Kişiler’deki (1987)
karakter tahlilleri, Rakibim Çarli’deki (1987) Ayşin tiplemesinin
Mimoza’nın öncüsü olması bu dönemden hatırlanabilecek hikayeler. Hızlı
Gazeteci’nin serüvenlerindeki dönüm noktası ise “Bacı” ile aşıldı
(1988-1989). “Sevmek Bir Çok Şeyi Göze Almaktır” (1989); “Keloğlan”
(1989-1990); “Deja Vu” (1990-1991); “Bozacılar ve Şıracılar” (1991) ve
Cumhuriyet Gazetesi’nden ayrılmasıyla yarım kalan “Mış Gibi”
(1991-1992) öyküleri bu dönemin peşi sıra anlatılan öyküleri oldular.
Şen, gazeteden ayrıldıktan sonra Joker Dergisi için “Mehmet İle Memo”
(1992-1993) öyküsünü çizdi. Daha sonra Hürriyet Gazetesi’ne geçerek
“Değişim Rüzgarı” adlı – tamamlamayarak basından uzunca bir süreliğine
ayrılacağı- bir çalışmaya başladı (1994-1997). 2001 yılında kısa sürede
kapanan Kazandibi adlı dergide yaptığı “Atman’a Yolculuk” çalışmasına
kadar da çizgi roman yapmadı. 2002 yılında Parantez yayınları, Hızlı
Gazeteci’nin tüm serüvenlerini içeren bir diziyi başlattı.

Nasıl çizer olmaya karar verdiniz, çizgilerinizi yayımlatmak için verdiğiniz o süreci nasıl yaşadınız?
Çizgi
romancı olmaya çok küçükken, Tommiks'in etkisiyle karar verdim. Bu
kararımı anneme açıkladığımda "peki, ama önce ilkokulu bitir" dediğini
hatırlıyorum. Liseden ayrılınca "cep harçlığımı çıkarmak için ne
yapabilirim?" diye düşünürken, aklıma çocukluk aşkım çizgi roman geldi.
Bir şeyler çizip Babıali'nin yolunu tuttum ama kimse ilgilenmedi. Bir
süre sonra aklıma Gırgır dergisi geldi. Alelacele bir şeyler çiziktirip
oraya yolladım ve ertesi hafta karikatürümü dergide gördüm. Altında da
Oğuz Aral'ın notu: "Çizginiz çok kuvvetli, muhtemelen aynı kuşaktanız,
ama seks dışında konularda da espri düşünün". Oysa ben çizgim
yayınlansın diye o konuları çizmiştim, o sıralar sıkı solcuydum ve Ali
ulvi gibi çiziyordum aslında. Zaten Gırgır'ın her tarafı "Pakize"lerle
doluydu. Kısa bir süre sonra Oğuz Aral'la tanıştık. Bana "harika çocuk"
muamelesi yaptı. Ondan sonrası kendiliğinden geldi. Bir daha hiç iş
aramadım, hep teklif üzerine gittim her yere.

Gırgır-Fırt ya da Oğuz Aral ekolüne neden dahil olmamayı seçtiniz?
Gırgır
tarzıyla kanım hiç uyuşmadı. Çünkü derinlikten yoksun, aşırı
fabrikasyon bir tarzı zorluyordu "ağabey" ve ben konfeksiyoncu
çırakları gibi ağabeylerin emrettiği şeyleri değil, kendi inandığım
şeyleri çizmek istiyordum. Çektim gittim. Sık sık düşünürüm, "Gırgır'ın
yararları mı daha fazladır zararları mı?" diye ve içinden çıkamam.
Bunlar çok uzun bir yazının konusu olabilir.

Cumhuriyet
gazetesinde Hızlı gazeteciye nasıl başladınız? buna ek olarak
"Cumhuriyet’e nasıl geldiniz" diyebilirim, gazetenin epey bir çizeri ve
çizgi bantlara ayırdığı bir sayfa var, "nasıl bir ortamdı?"
Cumhuriyet'te
başlamam Okay Gönensin'in teklifi üzerine oldu. Zaten Hızlı
Gazeteci'nin ilk iki öyküsü Cumhuriyet'in yan yayını olan Çizgili
Yayınlar'dan çıkmıştı: Görev Her Şeyden Kutsaldır ve Güzellik
Yarışması. Ama ben tam Cumhuriyet'le anlaşmışken Güneş'ten teklif
aldım, şeytana uydum ve oraya gittim. İki buçuk sene sonra tekrar
kürkçü dükkanına (gene Okay'ın çağrısına icabet ederek) döndüm.
Cumhuriyet'teki ortam fena değildi. Hayatımın en sosyal dönemi orada
çalıştığım yıllar oldu. Zaman zaman diğer çizerlerle aramda asıl nedeni
kıskançlık olan tatsızlıklar çıktıysa da genelde iyiydi. Bugün de
oradaki yıllarımı hasretle anarım.

Hatırladığım kadarıyla
Hızlı'nın ilk adı Şaban'dı ve mizahî unsurların-serüven öğesinin öne
çıkartıldığı bir anlatıydı. Sonra anlamaktan yorulmuş bir adam olup
çıkıverdi; sürekli kaçma hayali kuran, öfkeli, huysuz ve aralıklarla
yaptıklarından utanan bir gazeteci vardı karşımızda. Necdet Şen'in
hayatında ne değişti de (ya da hayatın kendisi nasıl değişti de) Hızlı
değişti?
"Anlamaktan yorulmuş bir adam", işte sorunun yanıtı bu.
Çizgi romanı bir "meslek" olarak hiç görmedim. O benimle toplum
arasında duran iğreti bir asma köprüydü. Orada sesli düşünüyordum.
Farkında olmadan kafamdaki sürüsepet hurafenin üretildiği imalathanede
çalışmaya başlamıştım. Aynanın arkasını görmek için daha iyi bir yer
bulunamazdı.

Hızlı Gazetecinin okuyucusu kimler sizce?
Hızlı
Gazeteci'nin okur profili, kabaca, yüksek tahsilli, sol eğilimli
(zamanla solcu olmayanlar da katıldı), şu sıralar otuzlu ve kırklı (ve
ellili) yaşlarında olan, genellikle mevkî-makam sahibi, kentli, küçük
burjuva, entelektüel (bol bol yazar ve şair var aralarında), bir de
anne-babasından bu geleneği devralmış yirmi yaş altı kuşağı.

Bacı'nın çalışmalarınız içinde yeri nedir? Eleştiriler en çok hangi kesimden geldi, böyle bir ayrım yapabilir misiniz?
Bacı
için aldığım eleştiriler sadece Dev-Sol kökenliydi. Onun dışındaki tüm
tepkiler olumluydu. Ama uzun zaman sonra sezinlediğim bir şey var:
sanırım bazı eski solcular, çark etmek için bu hikayeyi kendilerine
payanda yaptılar. Oysa ben o hikayede olaylara sol cenahtan bakıyor ve
devrimciliği değil, fanatizmi eleştiriyordum. Ama bu mesaj sanırım
büyük ölçüde güme gitti. Kitap ortada olmasına rağmen.

Ben de
tam bunu soracaktım... Bacı'nın içerdiği eleştirinin maksadını aşan
biçimde kullanıldığını, anti-marksist bir tavırla sahiplenildiğini
düşündünüz mü diyecektim.
Bunu epey sonraları düşünmeye başladım.
Ama bunu Bacı'yı destekleyen herkesi anti-Marksist kategorisine
sokmadan irdelemek gerek. O dönem bu konuda Dev-Sol camiasına tepki
gösterenler arasında solun her kesimi vardı. Bir de Marksizme olan
düşmanlıklarına payanda arayan sonradan olma liberaller -ki en fazla
tantana yapan da onlardı. Ama kendileriyle samimiyetim hiç olmadı. Ben
30 yıldır sosyalistim. Dahası, yoksulum. İkinci bir husus da, kamuoyuna
açık bir platformda fikir beyan eden herkes, söylediklerinin, yazıp
çizdiklerinin çarpıtılması riskine açıktır. Ama yazılıp çizilenler
ortada duruyor. Bazıları onları değil de sadece iman ettiği örgütlerin
propaganda yayınlarını okuyup, sonra da "nefret ediyorum o Necdet
Şen'den" diyebiliyorsa, tercihlerini tarihe alık olarak geçme konusunda
yapmıştırlar demektir. Bu onların sorunu. Herkes, ilelebet, o bağnazlık
furyasının bir uzantısı olamayacağına göre, günü gelir, kim eyyamcı,
kim linç edilmeyi göze alarak "kral çıplak" diyebilmiş, anlaşılır.
Kimseyi hasım olarak görmüyorum. Sanırım yadırganan şey, "düşman" diye
tanımlananların da çizgi romanlarımda sevilecek yan bulabilmiş
olmasının yarattığı standart dışı tablo. Çünkü ben outsider'ım.
Kanaatimce de entelektüel böyle bir şey.

Çalışmalarınızdan
övgüyle bahseden kimi yazarlara (Ertuğrul Özkök, Engin Ardıç) yönelik
husumetin sizi tanımlarken kullanıldığını düşünüyorum, bundan
rahatsızlık duyuyor musunuz?
Söz konusu yazarlarla (Özkök, Ardıç)
ortak bir yanım yok. Ama ben bir cemaat aydını da değilim; hempam ve
hasmım yok. O kişilerin beni övmeleri ahbap olduğumuzu göstermez. Onlar
beni övdü diye bana ve yazıp çizdiklerime düşman olacak sersemlerin
ise, cehenneme kadar yolu var. Onlara söyleyecek sözüm, anlatacak
hikayem yok.

Değişim Rüzgarı öykünüzde neden Yeni Demokrasi Hareketi’ni (YDH) anlatma gereği duydunuz?
YDH,
Türkiye için ilginç bir siyaset denemesiydi. İlk kez çeşitli toplum
katmanlarına rüşvet teklif etmeden, sadece yapılması elzem olanları
sıralayarak oy isteyen bir partiydi ve doğal olarak ilgi görmedi. Oysa
şöyle demeliydiler: "köylüye şu kadar taban fiyatı, tembele şu kadar
resmi tatil, hırsıza şu kadar vergi affı, katile şu kadar madalya..."
vs. Güzel fikirlerle yola çıktılar ve idealizm karaya oturdu. Siyasetin
kaypak koridorlarında kaybolup havlu attılar kısa zamanda. Buna ben
ilgi duymayayım da kim ilgi duysun?

Memet ile Memo'yu
anlatırken ne amaçlamıştınız? bir tartışma anlatısı olarak kimlerle
"kavga" ediyordu? (mahkemeye verildiğinizi duymuştum, davanın sonucu ne
oldu, nasıl gelişti?)
Ben Memet'le Memo'yu kavga etmek için
çizmedim. Bir davam yoktu, davam hiç olmadı. Joker'den teklif geldi,
epeyce bir tereddütten sonra kabul ettim. Aslında aşk-meşk falan
çizecektim herhalde, ama Hasan kaçan "PKK ve Kürt sorununu çizsen ne
hoş olur" diye gaz verdi, itiraz ettim, ısrar etti, "peki ama sonradan
ürkerseniz, dinlemem, müdahale kabul etmem" dedim, o da karışmama sözü
verdi ve bir ucundan başladım, gittiği yere doğru gitti. Sadece sevgiyi
anlatmaya çabalamıştım sanırım, dava falan yoktu kafamda. Joker'in
kapatılma nedenlerinin en önemlisinin, derginin patronu Münci İnci'ye
bu konuda çektiğim rest olduğunu sanıyorum. Dava açılınca beni
azarlamaya kalkıştı ve aldı cevabını. Bunun üzerine dergiyi yönetenlere
"bu çizgi romanı kaldırın, yoksa size kağıt vermem" diye tehdit etmiş.
Onlar utana sıkıla konuyu öyküyü yumuşatmamı ya da bitirmemi rica
ettiler, ben de onlara "bu konuyu çizmemi isteyen sizdiniz, şimdi
sıkıyı görünce çark edemezsiniz, bu hikayeyi bitireceğim zamana ben
karar veririm" dedim, ısrar edemediler. Birkaç hafta sonra dergi küt
diye kapandı. Oysa ben öyküyü bitirmiştim zaten. Birkaç haftalık telif
ücretim de o arada boğuntuya getirildi. 2. Ağır Ceza'da yargılandım. Oy
birliğiyle beraat kararı verildi ve mahkeme heyeti (çok asık
suratlıydılar, başlangıçta kesin mahkum olurum sanıyordum) o güne kadar
görmediğim bir övgüyle açıkladı beraat kararını. O karar gerekçesini
bulsam her yerde yayınlarım, ama berbat bir arşivciyim. Hikayemi
neredeyse tüm topluma tavsiye ediyorlar ve çok değerli bir sanat eseri
olduğunu falan söylüyorlardı. Ben de şaşırmıştım o işe.

lord35
lord35
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 1785
Kayıt tarihi : 05/08/10
Nerden : izmir

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz